ARŞİV– 5 Temmuz 2014’te IŞİD’in web sitesine koyulan videodan alınan kare terör örgütünün lideri Ebu Bekir El-Bağdadi’yi vaaz verirken gösteriyor.
Siyah cübbeli Ebu Bekir El Bağdadi, Musul’daki Ulu Cami’de 20 dakika süren bir Cuma hutbesinde dünya üzerindeki bir milyar Müslüman üzerinde hakimiyet ilan etmişti.
2014’ün Temmuz ayında Musul’daki Ulu Cami’nin minberinden İslam Devleti kurduğunu ilan eden Bağdadi, Batı’ya meydan okuyan sözlerini aynı zamanda El Kaide terör örgütü için de sarfetmişti.
Brookings Enstitüsü’nden terörle mücadele uzmanı Bruce Riedel, Bağdadi’nin kendini Halife İbrahim olarak ilan etmesinin taşıdığı simgesel öneme dikkat çekiyor. Riedel, Bağdadi’nin açıklamayı yaptığı mekandan kendisine seçtiği isme kadar herşeyi planladığını, bunun amacının dev Abbasi İmparatorluğu’nu yeniden canlandırmak olduğunu kaydediyor.
Başına 10 milyon dolarlık ödül konulan 42 yaşındaki Bağdadi ise kendi getirdiği en önemli kurallardan birini yine kendisi çiğnedi. Bağdadi, 2010’dan bu yana destekçileri tarafından fotoğrafının yayınlanmasını yasaklamıştı. Bu yasak, Bağdadi’nin ”hayalet şeyh” lakabını almasına bile yol açmıştı. Bağdadi’nin Musul’da ortaya çıkması, IŞİD’in Irak’ın en büyük ikinci kenti Musul üzerindeki kontrolüne olan güveninin bir göstergesi. Kent, Bağdadi’nin Ulu Cami’de yaptığı konuşmadan bir ay önce IŞİD tarafından ele geçirilmişti.
Zamanın Başbakanı Nuri El Maliki liderliğindeki Irak hükümeti, IŞİD propagandacıları tarafından internete yüklenen Bağdadi videosunun sahte olduğunu iddia etmişti. Hükümet yetkilileri, konuşmadan birkaç gün önce Bağdadi’nin bir hava saldırısında yaralandığını açıklamış, İçişleri Bakanlığı’ndan bir sözcü, ”Görüntüleri inceledik ve saçmalık olduğuna karar verdik” demişti.
Bağdadi, kimileri tarafından memnunlukla karşılandı
Musul’u o zamandan bu yana terkeden Sünniler’in iddialarına karşın birçok Sünni, IŞİD’in gelişini adeta dört gözle bekliyordu. Birçok kent sakini bozuk düzenden, belediye hizmetlerinin yetersizliğinden ve kendilerine karşı ayrımcılık yapan Şii ağırlıklı merkezi Bağdat hükümetinden bıkmıştı.
Musul’dan yaşayan ya da zorla kentten çıkarılan Hıristiyanlar, IŞİD kuşatmasının ilk günlerinde, Sünni komşularının cihatçılarla işbirliği yaptığını iddia ediyordu.
Eşref adlı Musullu, IŞİD’in kenti ele geçirdiği günlerde tıp okuyordu. Eşref, IŞİD’in kenti ele geçirmesinden sonra Hıristiyanlar’ın Musul’da yaşayamayacağını, kentin artık İslam’a ait olduğunu bildirdiğini söylüyor. Eşref, “Çok sayıda Sünni, IŞİD militanlarını coşkuyla karşıladı, militanlara Hıristiyanlar’ın yaşadığı evleri gösterdi. Komşularım kenti terketmem gerektiğini söyledi” diyor.
Bağdadi, yakın çevresindeki cihatçılar ve Irak ordusunun Baas üyesi eski subayları, El Kaide ve Usame Bin Ladin’in başından beri başaramadığı emellerin peşine düştü. Şii’lerin çoğunlukta olduğu Bağdat hükümetine ve kendilerini dışlayan Amerika’ya karşı düşmanlık besleyen IŞİD, Sünni İslam inancının köktendinci yorumu üzerine kurulu bir İslam devleti oluşturma çabasına girdi.
Bağdadi için devlet olmanın meşruluğu son derece önemliydi. Bu özellik, IŞİD’i, hiçbir zaman kendine ait olduğu iddiasında bulunacak toprakları ele geçiremeyen rakibi El Kaide’den ayırıyordu. El Kaide lideri Bin Ladin, Afganistan’da Taleban’ın konuğuydu. IŞİD’in ise başka ülkelerden talebi yoktu. Başkenti ilan ettiği Suriye’deki Rakka’yı zaten elinde tutuyordu. Ancak nüfusunun Rakka’nın üç katı büyüklüğünde olması ve daha zengin bir tarihi geçmişe sahip olması nedeniyle Musul, halifeliğin incisiydi.
IŞİD propagandası, halifeliği hem iyi işleyen hem de geçerli bir sistem olarak sunmaya çalıştı. Örgütün o zamanki sözcüsü Muhammed El Adnani, IŞİD’in bir İslam devleti olması için gereken tüm özellikleri bünyesinde barındırdığını söylüyordu. Militanlar, vergi toplama ve gelir elde etme, yönetim ve idare, sosyal hizmetler sunma, hukuku uygulama ve asayişi sağlama gibi, bir devlete ait olan her türlü görevi yerine getirebileceğini iddia ediyordu.
IŞİD, Musul’un Sünni nüfusun çoğunlukta olduğu batı kesimlerinde yaşayan bazı kent sakinleri için yıllardır bölgeyi istikrarsızlığa iten karmaşaya son verecek bir yapı olarak görülüyordu. Ancak IŞİD’in vaatlerinin kısa sürede boş çıktığı anlaşıldı. Su ve elektrik hizmetleri aksamaya başladı, gıda fiyatları ve enflasyon arttı, idari işlerde başıboşluk ve düzensizlik baş gösterdi.
Musul’da ve diğer bölgelerdeki militanlar için dinin tüm şartlarını hiçbir istisna olmaksızın yerine getirmek esastı. Dini kurallardan en küçük bir sapma bile militanlar tarafından büyük suç olarak algılanıyordu. Sovyetler Birliği’nde Stalin döneminin zulmünü anlatan yazar Arthur Koestler’a göre devrimciler, kendilerini her türlü vicdani yükümlülükten arındırmıştı.
Yazar, IŞİD zulmünü Stalin’inkine benzetiyor. Hilafet adaleti, insanları korkutmak için bir taktik olarak kullanılıyor. Toplu infazlar, recm, kırbaçlama, eşcinsel olduğuna inanılanların binalardan aşağıya atılması ve kafa kesme görüntülerinin internette yayılması, halka korku salma taktikleri arasında yer alıyor.
Sekiz kız babası 49 yaşındaki Muhammed, Musul’daki son iki yılı hatırlarken adeta titriyor. Muhammed, Musul’un El Zehra mahallesindeki IŞİD militanlarının şeriat kanunlarını uygulayarak halkı sindirmeye çalıştığını anlatıyor.
Şu anda bir mülteci kampında yaşayan Muhammed, ”Çok kereler toplu infazlar oldu, insanların ellerini kestiler. Bir kadın, zina yaptığı gerekçesiyle taşlandı. Ben görmeye dayanamadığım için gitmedim” diyor. Ancak toplu infazlar görmeye gitmeyenlerin listesini tutan örgüt, bu kişileri topluca cezalandırıyor. Bu açıdan Muhammed’in bu eylemleri görmeye gitmemesi, büyük risk aldığı anlamına geliyor.
IŞİD, Musul’da muhalifleri susturmak ve örgütün ahlak kurallarını ihlal edenleri cezalandırmak için çok kapsamlı bir casusluk ağı da kurmuştu. Öldürülenler arasında sadece Hıristiyanlar, Ezidiler ya da Şiiler değil, aynı zamanda Sünniler de vardı.
IŞİD, hükmettiği topraklardaki halka zulmettikçe bir yandan da kendi çöküşünü hazırladı. İngiliz istihbarat örgütü MI6’nın terörle mücadele biriminin eski sorumlusu Richard Barrett, IŞİD’in sonunu getiren öğenin aslında kendi gaddarlığı olduğunu söylüyor. Barrett, ”Bugünün dünyasında hiçbir devlet, bilgiye erişimi kısıtlayarak ya da düşünme becerisini bastırarak halkını kontrol altında tutamaz” diyor.
Ebu Bekir el Bağdadi ve çevresindekiler, Richard Barrett’in bu düşüncesine kafa tutarcasına Musul ve Rakka’da kurdukları ikiz başkentlerle tüm Müslüman dünyasının tek hakimi olmak için yola çıktı. Örgüt bugünse kontrol altında tuttuğu toprakların çoğunu kaybetmiş durumda.