MIKE ECKEL
“İyi bir Müslüman değildim, iyi bir Hristiyan da değilim ama iyi bir Ermeni’yim.” – Gafur Türkay
DİYARBAKIR — Diyarbakır’daki Surp Giragos Kilisesi’nde Paskalya yortusu kutlamalarında kiliseye gidenlerin çoğu Hristiyan değil Müslüman’dı. Gafur Türkay ise buradaki az sayıdaki Hristiyan’dan biriydi.
Müslüman olarak yetiştirilen Türkay, İslam dininden beş yıl önce vazgeçerek atalarının dinini seçmiş.
Türkay, kararının dini bir seçim olmaktan çok Ermeni kimliğiyle ilgili olduğunu söylüyor.
Türkay, Hristiyanlığa aynı zamanda 1915 olaylarında öldürülen dedesinin anısına geçtiğini de ekliyor.
Türkay, “İyi bir Müslüman değildim, iyi bir Hristiyan da değilim ama iyi bir Ermeni’yim,” diyor.
Bazı tarihçiler olayları ‘20’inci Yüzyıl’ın ilk soykırımı’ diye tanımlasa da Türkiye’de olayların soykırım olarak adlandırılması hem yanlış sayılıyor hem de hakaret olarak algılanıyor. Türk hükümeti Ermeniler’in ve diğer Hristiyanlar’ın toplu katliamlara maruz kaldığını kabul ediyor ancak bu olayların devletin emriyle gerçekleştirilmediğini, kanlı bir savaş sırasında meydana geldiğini ve Türkler’in de olayların mağdurları arasında yer aldığını savunuyor.
100 yıl önceki olaylar Türkler ve Ermeniler’i bölmüş durumda. Gafur Türkay’ın iç mücadelesi belki de yavaş yavaş oluşacak bir uzlaşma ortamının habercisi.
İki halk arasındaki uzlaşma ortamı Türkay’ın din değiştirme kararını açıkça dile getirebilmesini ve Surp Giragos Kilisesi’nde ibadet edebilmesini sağlamış.
Türkler ve Ermeniler’in yavaş ve uzun sürecek uzlaşmasının odağında Kürtler de var. Kürtler kendi dedelerinin, tamamen olmasa da, Anadolu’daki Ermeni katliamlarında rol oynadığını açıkça kabul ediyor.
Türkay 50 yıl önce bölgede Kürtler’in ne kadar çok Ermeni öldürdüklerini gururla anlattıklarını, ancak bugünlerde bu tavrın değiştiğini ve birçok kişinin o dönem için özür dilediğini söylüyor.
Bölgenin karmaşık etnik geçmişinde son dönemde değişimler yaşanıyor. Kürtler, Ermeniler’den özür diliyor. Türkiye olaylar nedeniyle taziyelerini sunuyor. Ermeniler de nesillerdir gizledikleri kimliklerini tekrar ortaya çıkarıyor.
19’uncu yüzyıl boyunca Anadolu’da Ermeniler farklı etnik ve dini gruplarla birlikte yaşıyordu. Farklı bölgelerde Türkler Kürtler’le, Rumlar Süryaniler’le, Yahudiler ve Hıristiyanlar da Yezidi ve Keldaniler’le komşuydu.
Kürtler, Diyarbakır’daki Ermeniler’in sayıları, toplumsal konumları ve esnaf ve zanaatkar olarak şöhretleri ve de dinleri nedeniyle herkesten ayrıldığını söylüyor. O dönemde Ermeni denince akla bölgede kaliteli demir işçiliği, ahşap kapı marangozluğu ve çiftçilik gelirmiş.
Rusya’nın bölgedeki siyasi hedefleri nedeniyle, 1800’lerde Ermeniler zayıf durumda olan Osmanlı’dan toprak koparmak isteyen bir tehdit olarak görülmeye başlamıştı. Ermeni Devrimci Federasyonu ya da diğer adıyla Taşnaklar, Osmanlı’ya başkaldırmış ve Abdülhamit’e başarısız bir suikast girişiminde bulunmuştu.
1895’te Diyarbakır’daki olaylarda çok sayıda Ermeni dükkanı ve evi hedef alınmış ve bazı tahminlere göre binlerce Ermeni öldürülmüştü.
1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilan edilmesinin ardından İttihat ve Terakki Partisi ülkenin yönetimini ele geçirmiş ve 1914’te Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ve Rusya tehdidi nedeniyle ülkedeki Hıristiyan nüfus ulusal bir tehdit olarak görülmeye başlamıştı.
24 Nisan’da 200 kadar Ermeni aydın İstanbul’da tutuklanmış, hapse atılmış, bir kısmı sonradan idam edilmişti.
Bu tarihi izleyen aylar ve senelerde Ermeniler’in büyük çoğunluğu, Süryaniler’le birlikte Lübnan’a sürülmüş, Suriye çölleri içinden geçenlerin çoğu yolda ölmüştü. Bazı Ermeniler de idam edilmişti. Daha şanslı olanlar ise Lübnan üzerinden Amerika’ya ve Avrupa’ya kaçmıştı.
Bazı tarihçiler toplam ölü sayısının 1 milyonun üstünde olduğunu düşünüyor. Ermeniler olaya “Medz Yeghern” ya da büyük felaket diyor. Kürtler ‘terka fileyan’ diyor. Türkler ise yaşananları kısaca “1915 Olayları” diye adlandırıyor.
Diyarbakır ve Doğu Anadolu’da katliamların sorumlusu Hamidiye Alayları olarak oluşturulmuş Kürt aşiretleriydi. Kürtler’e “Ermeniler gitmezse Ruslar topraklarınızı alacak” denmişti.
95 yaşındaki Ahmet Pamukçu dedesinin bir Kürt şeyhi olduğunu ve Türkler’in Kürtler’i oyuna getirerek Kürtler ve Ermeniler arasında düşmanlık yarattığını öne sürüyor.
Bazı Kürt aileler ve aşiretler, gizlenen Ermeni aileleri evlerine almış. Bazıları ise kaçmalarına yardımcı olmuş. Pamukçu, “Kürtler sonradan yaptıklarından pişman oldu, ama artık olan olmuştu” diyor.
Diyarbakır’ın Sur ilçesinin eski belediye başkanı Abdullah Demirbaş, Kürtler’in Cumhuriyet’in Türkleştirme politikalarına maruz kaldığını söylüyor ve “Türkler, Ermeniler’i kahvaltıda, Kürtler’i öğle yemeğinde yediler,” diye konuşuyor.
“Türkler, Ermeniler’i kahvaltıda, Kürtler’i öğle yemeğinde yediler.” – Abdullah Demirbaş, Sur eski Belediye Başkanı
Eski Ermeni köylerinin kalıntılarına Diyarbakır kırsalında rastlamak mümkün. Köylüler eski kilise kalıntılarından topladıkları taşlarla kendilerine ev yapmış.
Tamir edilen Surp Giragos Kilisesi ise tarih boyunca defalarca yeniden imar edilmiş. Bir yangında yok olan kilise 1880’de tekrar inşa edilmiş. 1913’te kilisenin çan kulesi yıldırım düşmesi sonucu yanmış. Yerine yapılan Gotik mimariye uygun saatli kuleyi de 1915’te topçular yıkmış, çünkü bir kilise kulesinin kentin minarelerinden yüksek olması uygun bulunmamış.
1990’larda kilisenin çatısı karın ağırlığına dayanamayarak çökmüş.
Surp Giragos’un çevresindeki sokaklar yüzyıllardır çok değişmemiş. Arnavut kaldırımından sokaklara sabahları çamaşır iplerinden su akıyor. Çocuklar sokakta oynuyor ve kahvehanelerden çay bardaklarının camına çarpan kaşıkların sesi duyuluyor.
Tuğla duvarlarda PKK’yı öven duvar yazıları göze çarpıyor.
1980 ve 90’larda PKK ile süren mücadele boyunca Diyarbakır çok sayıda şiddet olayının merkezi oldu. O yıllarda devam eden çatışmalar pek çok Kürt’ün Diyarbakır’a göçerek kentin nüfusunda patlama yaşanmasına neden oldu. Kentte yaygın şiddet olayları 2006 yılına kadar sürdü.
Bugünlerde gerek Suriye ve Irak’taki krizler, gerekse devam eden barış süreci nedeniyle devletle PKK arasındaki çatışmalar büyük ölçüde durmuş durumda.
Bir nesil önce Kürtler’in bir etnik grup olarak tanınmadığı Türkiye’de bugün nüfusun yüzde 20’sini oluşturduğu düşünülen Kürtler büyüyen ekonomiden payını alıyor ve devletten belli bir ölçüde özerklik kazanmış durumda. Bilgi Üniversitesi’nden sosyolog Ohannes Kılıçdağı, durumun 1915’ten önce Ermeniler’in özerklik istediği günlere benzediğini söylüyor.
Kılıçdağı, Kürt eylemcilerin bu durumdan haberdar olup olmadığını bilmediğini ancak bugün Kürtler’in Ermeniler’e duyduğu sempatinin altında iki durum arasındaki benzerlik olabileceğine dikkati çekiyor.
Türk toplumunda son 20 yıldır büyük değişim yaşanıyor. Birkaç yıl önce 1915 olaylarına soykırım demek suçken bugünlerden bu olaylar kamuya açık biçimde tartışılabiliyor ve devlet televizyonu Kürtçe yayın yapıyor.
Geçen yıl dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan 1915 nedeniyle Ermeniler’den özür diledi ve olayları insanlık dışı olarak niteledi.
Bu ay Papa Francis’in olayların soykırım olarak adlandırılması gerektiğini söylemesi Türk hükümetini öfkelendirdi. Bir gün sonra Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon olayların “katliam suçu” olduğunu ancak soykırım sayılmayacağını söyledi.
Amerika da soykırım sözcüğünü kullanmaktan kaçındı.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Marie Harf, Başkan’ın ve hükümet yetkililerinin, Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerinde tehcir edilen 1,5 milyon Ermeni’nin katledildiğini ya da yolculuk sırasında öldüğünü kabul ettiğini söyledi.
Kürtler ve Ermeniler, Kürtler’in verdiği mücadelenin Türk toplumunu 20’inci yüzyılın olaylarını tartışma konusunda daha açık hale getirdiğini savunuyor.
Gafur Türkay Kürt mücadelesinin Türkiye’yi daha demokratik hale getirdiğini ve bu sayede Ermeniler’in de kimliklerinden söz edebilmeye başladığını söylüyor.
1915 olaylarının tartışmaya açılması soykırımın kabulü anlamına gelmiyor.
1915 olaylarını tartışmaya açmayı yeterli bulmayan birçok Ermeni Ankara’nın soykırımı kabul ettiği güne kadar atacağı adımların boş olduğunu söylüyor. Bu özellikle Fransa, Amerika ve Rusya’da yaşayan diaspora Ermenileri için böyle. Diasporanın nüfusu Ermenistan nüfusundan fazla ve elinde çok geniş parasal kaynaklar var.
Türkiye’nin ‘soykırımı tanımasının’ önündeki en büyük engelin tazminatlar konusu olduğu düşünülüyor. Los Angeleslı tanınmış avukat Mark Geragos, Almanya’nın Yahudiler’e yaptığı gibi, Türkiye’nin de Ermeniler’e milyarlarca dolar tazminat ödemesi ve mülklerini geri vermesi gerektiğini savunuyor.
Geragos, Türkiye’nin soykırımı tanımasından daha önemli olan konunun kurbanların torunlarına tazminat ödemesi olduğunu söylüyor.
Erdoğan’ın taziye bildirmesi bir ilk olsa da soykırım sözcüğü içermiyor. Başbakan Davutoğlu’nun danışmanlarından Cemalettin Haşimi 1915 yılındaki ölümlerin bir trajedi olduğunu ve ülkeyi çok kültürlü bir yapıdan mahrum bıraktığını söylüyor.
Buna rağmen Haşimi de olaylara soykırım denmesinin yanlış olduğu görüşünde.
Haşimi, ne Ermeniler’in ne de Türkler’in acılarının görmezden gelinemeyeceğini ancak bir siyasi takıntı olarak olaylara soykırım denmesinin, Türkler ve Ermeniler arasındaki karmaşık ilişkiye zarar vereceğini belirtiyor.
Türk toplumunda da buna benzer tepkiler görülüyor. İstanbullu sosyal eylemci Cem Tüzün, katliamlara soykırım denmek istenmesinin ardında siyasi nedenler olduğunu söylüyor.
Soykırım sözcüğünün yaratanların Ortadoğu’yu şekillendirmek ve halklar arasında dini ve etnik ayrılıklar yaratmak isteyenler tarafından kullanıldığını belirten Tüzün eğer bir soykırım olduysa da gerçekleştiyse de, bunun tarihin tarihçiler tarafından araştırılmasıyla ortaya çıkması gerektiğini söylüyor. Tüzün, bu işin siyasetçilere bırakılamayacağını, çünkü siyasetçilerin kendi çıkarları olduğunu da vurguluyor.
Kadir Has Üniversitesi’nden Profesörü Akın Ünver Türkiye Cumhuriyeti için engel oluşturan konunun varoluşsal nitelikte olduğunu düşünüyor.
Türkiye’nin bu olaylara ‘soykırım’ demesi durumunda modern kuruluş temellerini ve söylemlerini gözden geçirmesi gerekeceğini söyleyen Ünver bunun devletin kimliği ve varoluşunu sürdürmesi yönünden bir tehdit yaratacağı görüşünde.
Geragos, Türkiye’nin soykırımı tanımasından daha önemli olan konunun kurbanların torunlarına tazminat ödemesi olduğunu söylüyor.
“Eğer soykırım tanımında ısrar edilirse, Türkler ve Ermeniler arasındaki ilişkilere, ilişkilerin karmaşık yapısına adaletsizlik edilmiş olur.” – Cemalettin Haşimi, Başbakanlık Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürü
Surp Giragos Kilisesi’nin restorasyonu 2009 yılında, dünyadan ve İstanbul Ermenileri’nden gelen bağışlarla başladı.
Sur Belediyesi Başkanı Abdullah Demirbaş’ın kararıyla 2,5 milyon dolarlık inşa masrafının yüzde 20’si belediye kaynaklarından karşılandı. 2011’de ibadete açılan kilisede, 2012’de, neredeyse 100 yıl sonra ilk Paskalya Yortusu kutlandı.
Paskalya Pazarı 24 Nisan’dan 3 hafta önceydi.
Kilisede 100 kadar Hıristiyan’ın yanı sıra gazeteciler ve meraklı izleyiciler de bulunuyordu.
Ayine İstanbul’dan katılanlar da vardı. İstanbul’da 40 bine yakın Ermeni yaşıyor ve bazıları aslen Diyarbakırlı. Çok az Hıristiyan ayine katıldı. Bu büyük bayramlarda kilisenin rahipleri de İstanbul’dan geliyor.
Son birkaç yıl içinde Türkiye’deki bazı gizli Ermeniler Hıristiyanlığa dönüyor. Cumhuriyet’in kurulmasından sonra Türkiye’de kalan pek birçok Ermeni’nin İslam dinine geçmeye ve Türk isimleri almaya zorlandığı söyleniyor. Bazı Ermeni olmayanlarla evlenen Ermeniler de çocuklarını korumak amacıyla Müslüman olarak yetiştirmişti.
Kilisenin tekrar inşasında rol alan Ergün Ayık son iki senede 10 gizli Ermeni’nin Surp Giragos’ta vaftiz edildiğini söylüyor.
Kilise henüz düzenli ayin yapılmasını sağlayacak sayıda bir cemaate sahip olmasa da Ayık, gelecekte daha fazla Ermeni’nin dinsel nedenlerle olmasa da Ermeni kimliklerine sahip çıkmak için vaftiz olacağını düşünüyor.
Ayık, Ermeniler için etnik kimliklerinin dinsel kimliklerinden daha önemli olduğunu da ekliyor.
Paskalya yortusunun ardından kalabalık kilisenin avlusuna geçerek çörek yiyor, çay ve sigara içiyor.
Kilisenin 100 yıl önce yıkıldığı yükseklikte tekrar inşa edilen kulesindeki çan çaldıktan hemen sonra çok yakındaki minarelerden ezan sesi yükseliyor.
Muhabir, editör, blogcu ve multimedya gazetecisi Mike Eckel aralarında Donetsk, Grozni, Phnom Penh, Moskova, Vladivostok, Washington gibi bir çok kentte görev yaptı. Eckel Amerika’nın Sesi’ne katılmadan önce Boston’da yayınlanan Christian Science Monitor gazetesiyle, Associated Press haber ajansı dahil, birçok kuruma serbest muhabir olarak çalıştı.
Bu makale Amerika’nın Sesi Türkçe, Ermenice, Kürtçe ve İngilizce Bölümlerinin ortak katkılarıyla yazılmıştır.
Yazan Mike Eckel
Yazıya katkı sağlayanlar: Melek Caglar, Vivian Chakarian, Fakhria Jawhary, Serdar Keskin, Inesa Mkhitaryan, Hulya Polat, Arman Tarjimanyan
Prodüksiyon: Douglas Johnson, Jeff Swicord
Web tasarımı: Stephen Mekosh, Edin Beslagic
Yorumlar